9 Ağustos 2014 - 06:35
Sistemi “Savunma Mekanizmaları”…(3)

Sistemi savunanların bilinçaltlarında oluşan savunma mekanizmalarına değindiğimiz son iki yazımızda bu mekanizmalardan 9 tanesi açıklamış ve bunların hem sistem tarafından nasıl kullanıldıklarına, hem de bu mekanizmaları kullanan bireylerin kendilerini rahatlatmak adına süfyanileri rahatlatıp ömürlerini nasıl uzattıklarına dair fikrimizi beyan edip bu konudaki bakış açımızı ortaya koymuştuk.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Bu yazımızda geriye kalan 5 savunma mekanizmasını inceleyerek ve bunların olası sonuçlarını sizlerle paylaşarak bu konuyu sonlandırmayı düşünüyoruz. Umudumuz, süfyanilerin bilinçlerimizi şekillendirmek üzere kullandıkları yöntemlerin deşifre olmasını sağlayarak halkımızın zihinlerini, oluşturulan bulanık ortamdan korumaya çalışan kardeşlerimize bu tür yazılarla yardımcı olmaktır. Her çabanın sonucunu takdirine bağlı kılan Rabbimizin (c.c.) yardımını ümit ederek konumuza geçiyoruz.

Verilmesi gereken tepkiyi asıl kişiye değil de başkasına yöneltmeye neden olan “yön değiştirme” mekanizması, ele alacağımız 10. savunma mekanizmasıdır. Bu mekanizmaya örnek olarak babasına kızan kişinin kardeşine bağırıp çağırmasını verebiliriz. Tıpkı süfyanilerin türlü zulümlerinden bilfiil etkilenen bireylerin, bu zulümlerin kaynağına yönelik eleştiride bulunmaktansa ve tepkilerini direkt süfyanilere yöneltmektense, süfyanilerin maşalarına kızıp onları suçlamaları gibi. Yaşadıkları şehirlerde süfyanilerin çıkardığı kanunlardan etkilenenlerin, o kanunları çıkaranları değil de uygulayanları eleştirip, sorunun temeline inmektense, ağacın dalıyla yaprağıyla uğraşmaları çokça rastladığımız bir durumdur. Bu şahıslar, örneğin şehrin valisinin kendisini türlü yetkilerle donatan süfyanilerin emirleri sonucunda kararlar alabileceğini dikkate almadan, başlarına gelen türlü haksızlıklarda o valiyi suçlamakta ve asla süfyanilere dil uzatmamaktadırlar. Bu tutumun benzeri çoktur. Milli eğitim müdürünü, belediye başkanını, milletvekilini, müsteşarı ve hatta bakanları suçlayabilenler tüm bunların başındaki süfyaniyi daima temize çıkarmaktadırlar. Hal böyle olunca da süfyaniler, ellerindeki maşayı değiştirip zulmü devam ettirebilme gücünü kendilerinde bulmaktadırlar.

11. olarak “kendine yöneltme” mekanizması bulunmaktadır. Bu mekanizmanın özelliği bir önceki mekanizma gibi kişinin asıl hedefe yönlendiremediği öfkeyi ve kızgınlığı bu sefer kendisine yöneltmesidir. Örneğin bir müsabakada yenilen sporcunun eve geldiğinde kendisine öfkelenmesi ve kızması gibi. Halkımızın, birçok gayri İslami uygulamaya ve zulme şahit olunduğunda veya bu uygulamalar kendilerine açıklanıp tepki vermeleri beklendiğinde, “biz iyi olsaydık bunlar olmazdı” türünden veryansınları bu mekanizmanın toplumsal bazda uygulanışına örnektir. Sürekli kendini suçlayan ve süfyanileri bu arada unutan halkın, var olan zulme karşı harekete geçmesi zaten beklenemez. Bu tavır süfyanilerce de desteklenmekte ve “bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Rad 11) ayeti, hak sözle batılı kastetme uzmanı süfyanilerce, anlamından farklı olarak kullanılıp, toplumun adeta günah keçisi olmasına neden olmaktadır. Oysa toplumun en büyük yanlışı süfyanilere göz yummasıdır ki bunu değiştirdikleri takdirde zaten kendilerini değiştirmiş olacaklardır.

Bazen bazı şahısların, çocuk gibi sürekli şikayette bulunup ağlayıp sızladığını ama hiçbir harekette bulunamadığını veya koskoca adamların konuşacaklarına küfürleştiklerini görürüz. İşte bu durum “gerileme” mekanizmasının örneğidir. Sorunlarıyla başa çıkamayan ve onlardan kaçmak isteyen bireylerin, çocukluk yaşlarındaki tepkileri verme halleridir “gerileme”. Zulümlerden gına gelip de bu zulümlere karşı hiçbir şey yapamayacağı zannına kapılan bireylerin, bulundukları her ortamda sürekli şikayet edip veryansın etmeleri ama harekete geçmemeleri ve sorumluluk yüklenmemeleri, süfyanilerce yine oluşması istenen davranışlardandır. Zira bu tipler çok ses çıkarsa da etkisizdirler ve süfyaniler açısından tehlike arz etmemektedirler.

İrdeleyeceğimiz 13. savunma mekanizması olan “yadsıma (inkar etme)” durumu, bireylerin kendilerine acı veren durumların varlığını inkar etmelerini tanımlamaktadır. Bir yakını ölen kişinin, ölümünü kabullenmemesi ve “hayır o ölmedi, ölemez” demesi buna örnek olarak verilebilir. İşte süfyanilerin nifaklarına kanıp, onlara umut bağlayan ve gönül veren halkımızın bir bölümünün genellikle başvurduğu savunma mekanizmalarından biri de budur. Zira zaman geçtikçe süfyanilerin türlü yalanları, ihanetleri, zulümleri ifşa olmaya başladığı için, bunu kabullenmek halkımızın bu bölümüne ağır gelmekte ve inkar etme yolunu tutmaktadırlar. Çünkü yapılan ihanetlerin ve zulümlerin müsebbibi olarak süfyanileri görürlerse, aynı zamanda onlara bağladıkları umutları da yok olacak, hem boşluğa düşmüş olacaklar hem de o yalancı umut üzerine kurdukları yaşantılarında devrim yapmaları gerekecek. Üstelik yanıldıklarını kabullenme mecburiyeti de ortaya çıkacak ki bu en zor olan kısımdır. Bu yüzden işi inada vurmakta, getirilen bütün delilleri inkar etmekte, yok saymaktadırlar. Böylece hem iç huzurlarını korumaktadırlar, hem de bağlı oldukları süfyanileri “ak”lamaktadırlar. Doğal olarak süfyaniler tarafından bu inkar durumu sürekli desteklenmekte ve halk hiçbir hakikate inanmama konusunda adeta eğitilmektedir.

Son savunma mekanizmamız “pollyanna (tatlı limon)” yaklaşımıdır. Bu mekanizma üzerinde tek başına yazı yazılmasını gerektirecek kadar önemli ve yaygındır. Bizim yaşlarımızda olanlar “pollyanna” adlı çizgi filmi hatırlarlar belki. 80 lerin sonlarında devlet televizyonunda gösterilen bir çizgi filmin kahramanıdır “polyanna”. Bu karakterin genel özelliği, başına ne gelirse gelsin daha kötüsü gelmediği için seviniyor olmasıdır. İşte bahsedeceğimiz mekanizma, ya adını bu çizgi filmden almakta ya da bu çizgi film adını bu mekanizmadan almaktadır. Ve genel olarak yukarıda bahsettiğimiz gibi hangi kötülük başlarına gelirse gelsin “iyi ki daha kötüsü olmadı” diyenlerin başvurduğu savunma mekanizmasıdır. Bu tipler hayatta kaybettiklerine üzülmektense, ellerinde kalana sevinmeyi şiar edinmişlerdir. Bir gözleri çıksa “iyi ki diğeri de çıkmadı” diyebilir, kazada bütün ailelerini yitirseler “en azından ben hayatta kaldım” diye sevinebilirler.

Yukarıdaki örnekler çok absürd gelebilir ama hakikat budur. Bu tür bir savunma mekanizmasını halklara aşılayan süfyaniler, içi boşaltılıp tahrif edilmiş “şükür” kavramını da bu mekanizmanın yoldaşı yapmışlar ve böylece “ölümü görüp sıtmaya razı olan” bir zihniyeti halk olarak somutlaştırmışlardır. Kendilerini yöneten süfyanilerin, bilmem kaç yüzbin liralık saatlerini, bilmem kaç bin liralık kravatlarını, yatlarını, katlarını, gemiciklerini, gayri menkullerini velhasıl yağmaladıkları ve çaldıkları tüm mallarını sorgulamayan, ellerine zar zor geçen asgari ücrete bakıp şükreden, “benden daha kötüsü de var” diyerek kendini avutanların varlığı, bu mekanimzanın acı sonuçlarındandır. Hangi iş kolunda olursa olsun çalışan kesimin, maaşından şikayetçi olması durumunda, süfyanilerden önce bu grup ortaya çıkarak, nankörlüğü hatırlatmakta, “bunu kazanamayanlar da var” diyerek suskunluğu telkin etmektedirler. Mevzu sadece maddiyat ta değildir. İnsani ve İslami taleplerle zulme isyan edenlerin karşısına da bu grup çıkıp “diğerleri daha kötü, bunlardan iyisi yok, bu kadarına da şükür, eskiden bu da yoktu” vb. teranelerle çıkıp haklı isyanı susturmaya çalışmaktadırlar.

Konuyla ilgili ilk yazımızda da vurguladığımız gibi, savunma mekanizmaları doğru zamanda ve uygun ölçüde kullanıldığında iç huzurun teminine yardımcı olduğu gibi, sürekli ve aşırı kullanımında ise bireyleri gerçek hayattan uzaklaştırmakta, sorumluluktan kaçan, hakikatle yüzleşmeyen bireyler haline getirmekte ve ruh sağlığını bozup psikozlara neden olmaktadırlar. Süfyaniler bu savunma mekanizmalarını kendilerini savunacak şekilde halklara dayatmakta ve bilinçaltlarına müdahale ettikleri halkların gerçekle bağını koparıp saltanatlarını sürdürmektedirler. Sorumluluktan kaçmayı maharet bilen veya gerçeği ne olursa olsun kabullenmeyen halkların varlığı süfyaniler için adeta bir nimettir. Bu nimetten mahrum kalmamak için ellerindeki bütün güçle ruhları ve zihinleri esir etmeye uğraşmaktadırlar.

O halde bu silahı da süfyanilerin elinden almak için önce öğrenmeli sonra öğretmeliyiz. Gerçekten kaçan bireylere şefkatle yaklaşıp kendileriyle yüzleştirmeli ve hayaller ve yalanlar üzerine kurulu dünyalarında onlara kendi elleriyle devrim yaptırmalıyız. Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi halka karşı olarak değil, halkla birlikte hareket etmeli, onlarla tartışmaktan ziyade onların zihinlerine hakikati bulmaları için şüphe tohumları ekmeliyiz. Bizlerle muhatap olanların, sertliğimizden dolayı duvara çarpmış gibi hissetmemeleri gerekmektedir. Uzun da sürse, sürekli tekrarlara da neden olsa halka karşı mücadelemizin temelini sevgi ve şefkat hissi oluşturmalıdır. Bunun tersi süfyanilerin arzusudur ki böylece halk, kendisini uyandıracak olanlardan kaçıp, ninniler söyleyenlerin safına geçecektir.

Ekler